doublefaceworld

Nazım Hikmet

SEVİYORUM
Seviyorum seni
Ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
Neyin nesi belirsiz
Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
Denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
İçimde kımıldayan birşeyler gibi
Seviyorum seni, yaşıyoruz çok şükür der gibi."
İnsan
Ya hayrandır sana, ya düşman
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun,
Ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan ...
 
 
 
PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ SAAT 21-22 ŞİİRLERİ'NDEN
Ne güzel şey hatırlamak seni
Ölüm ve zafer haberleri içinden
hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin Ve saçlarında
Vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti.
..
 
 

 
YORULDUN AĞIRLIĞIMI TAŞIMAKTAN
Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
Ellerimden yoruldun
Gözlerimden, gölgemden
Sözlerim yangınlardı
Kuyulardı sözlerim
Bir gün gelecek, ansızın gelecek bir gün
Ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
Uzaklaşan ayak izlerimin
Ve hepsinden dayanılmazı
Bu ağırlık olacak.
 Sevdiğin müddetçe
ve sevebildiğin kadar,
Sevdiğine herşeyini verdiğin müddetçe
ve verebildiğin kadar gençsin!
Nazım Hikmet
 


 
 
PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ SAAT 21-22 ŞİİRLERİ'NDEN
En güzel deniz
Henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz
Henüz yaşamadıklarımız
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür
 
 

 
 
 

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ
O mavi gözlü bir devdi
Minnacık bir kadın sevdi
Mini minnacıktı kadın
Rahata acıktı kadın 
Yoruldu devin büyük yolunda
Ve elveda ! deyip mavi gözlü deve
Girdi zengin bir cücenin kolunda
Bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
Bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev
 
 
Nazım Hikmet
 



 
 
BULUT MU OLSAM
Denizin üstünde ala bulut
Yüzünde gümüş gemi
İçinde sarı balık
Dibinde mavi yosun
Kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam
yosun mu yoksa?
Ne o, ne o, ne o
Deniz olunmalı, oğlum
Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
Sen esirligim ve hurriyetimsin
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin
Sen memleketimsin
Sen ela gözlerinde yeşil hareler
Sen büyük, güzel ve muzaffer
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin
 
Nazım Hikmet


 
 
 NİKBİNLİK
Güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
ne harikuladedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...
 


 
 
 
YİRMİNCİ ASRA DAİR
Uyumak şimdi,
uyanmak yüzyıl sonra, sevgilim...
- Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum,
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
- Yüz yıl sonra, sevgilim...
- Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem)
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır.
 
 

 
 

 
 SEN BENİM SARHOŞLUĞUMSUN
 Sen benim sarhoşluğumsun,
Ne ayıldım, ne ayılabilirim,
Ne ayılmak isterim.
Başım ağır, dizlerim parçalanmış,
Üstüm başım çamur içinde,
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim..."
      
  
 
 
 
 
 
KEDERLENİYORUM
Bir Üsküdar balkonunda guruba karşı demlenir gibi
Bir akşamüstü, Laypzig'te tramvay durağında
Tadını çıkara çıkara,
Yudum yudum kederleniyorum...


 
  
 
 
BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Erkek kadına dedi ki
Seni seviyorum,
Ama nasıl,
Avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
Parmaklarımı kanatarak
Kırasıya
Çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
Ama nasıl,
Kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
Yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
Yüzde hudutsuz kere yüz..
 
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
Dudağımla, yüreğimle, kafamla;
Severek, korkarak, eğilerek,
Dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
Karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
 
Ve ben artık
Biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
En son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
Saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
Başımı kurtarmam kabil   değil!
Sen yürümelisin,
Yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
Sarıldılar
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
Ayrıldılar
 
 
 
 
 
 
 
ELLERİNİZE VE YALANA DAİR
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Antenler yalan söylüyorsa,
Yalan söylüyorsa rotatifler
Kitaplar yalan söylüyorsa,
Duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
Beyazperdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
Dua yalan söylüyorsa,
Ninni yalan söylüyorsa,
Rüya yalan söylüyorsa,
Meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
Yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
Ses yalan söylüyorsa,
Söz yalan söylüyorsa,
 
Ellerinizden başka her şey
Herkes yalan söylüyorsa,
Elleriniz balçık gibi itaatli
Elleriniz karanlık gibi kör,
Elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
Elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
Bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
Bu bezirgan saltanatı, Bu zulüm bitmesin diyedir"
 
 
 
 
 
 
HASRET
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
Belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
Aklının aydınlığına sorular sormayalı,
Dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekliyor beni,
Bir şehirde bir kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp, ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
Yol yüz yıllık.
Yüz yıldır alacakaranlıkta,
Koşuyorum ardından.
 
 

 


 
 

 
 
 
TAHİR İLE ZÜHRE
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte,
Yani yürekte..
Meselâ bir barikatta dövüşerek,
Meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken,
Meselâ denerken damarlarında bir serumu,
Ölmek ayıp olur mu?
 
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin,
Ama o bunun farkında değildir.
 
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak.
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık,
Yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...
 
 
 


YAŞAMAYA DAİR
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani, ağır bastığından.
 
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
 
 
 
 





BEN SANA KÜSTÜM

KÜSMEK nedir bilir misin ,.?
Küsmek DÜRÜST’ LÜKTÜR ,…
Çocukçadır ve ondan dolayı SAF’ TIR ,…
YALANSIZ’ DIR ,…
Küsmek ; SENİ SEVİYORUM’ dur ,…
Vaz geçememektir.
Beni anlatır KÜSMEK ,..
KIZDIM ama hala buradayımdır , gitmiyorumdur , gidemiyorumdur ,…
KÜSMEK ; nazlanmaktır , yakın bulmaktır , benim iç
in değerlisindir ,…
 
KÜSMEK ; sevdiğini SÖYLE demektir ,… Hadi ANLA demektir ,…
KÜSMEK ; umuttur , acabaları bitirmektir , emin olmaktır ,…
Yani, diyeceğim o ki :
BEN SANA KÜSTÜM ,…!!!

Nazım Hikmet


 
 
Ceviz Ağacı  
Başım
köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

 
 
Nazım Hikmet



 
 




 

 
 
HERKES GİBİ
Gönlümle
baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.  Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
 
 
Mâziye
karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.

 
Nazım Hikmet Ran
 
NAZIM HİKMET'E SAYGIYLA
 
Demek ki göçtü usta
Kaldı yürek sızısı geride kalanlara...
Yıllar var ki ter içinde
Taşıdım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına…
3 HAZİRAN 63'ü…
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor
Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Haziran’da ölmek zor” adlı şiirinde, 3 Haziran 1963 tarihinde yaşama veda eden şair Nazım Hikmet özlemini bu sözlerle anlatıyordu. Bugün, ülkesinden sürgün edilen, yıllarca boş yere hapis yatırılan, 50 yaşında askere alınmak istenen Nazım Hikmet’in 48. ölüm yıldönümü. İşte, bu yıl dönümünde Türkiye’nin büyük şairi Nazım Hikmet Ran'ı unutulmayan şiirleriyle ve saygıyla anıyoruz.
 
 
VASİYET
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
Nazım Hikmet



 
DAVET
 
Dört nala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
Dişler kenetli
Ayaklar çıplak
Ve bir ipek halıya benzeyen toprak
Bu cehennem bu cennet bizim...
... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim"

 
GİDEN
Camların üstünde gece ve kar.
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
Ben dolaşıyorum...
Gece ve kar - pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
En sevdiği şarkı...
En sevdiği...
En......
Kardeşler, bakmayın gözlerime
ağlamak geliyor içimden...
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde!..

1933

Nazım Hikmet Ran


Çağırı
Tanrı ellerimizdir,
Tanrı yüreğimiz, aklımız,
her yerde var olan Tanrı,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte
ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.
İnsanlar sizi çağırıyorum :
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.
22.11.962
Nazım Hikmet Ran 


 
MEMLEKETİMİ SEVİYORUM
 
Memleketimi seviyorum
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi
Memleketim
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
Kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
Benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
 
 
 
ŞEYH BEDRETTİN DESTANI'NDAN
 
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz
Serez çarşısı kör
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor."
VATAN HAİNİ
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
Bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
Fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
Vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
Ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
Ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara
haykıran puntolarla :
Nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

 
 
NERDEN GELİP
NEREYE GİDİYORUZ?
 
Başlangıç
Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
ve taşı yonttuğumuzdan beri
yıkan da, yaratan da biziz,
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.
Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte.
Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?
1
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.
Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
Bir deniz görüyorum
ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.
2
Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
şair kalmayacak ki.
Pencerende bir sokak bulvarlı.
Odan sıcak.
Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
Penceren kalmayacak,
ne bulvarlı sokak,
ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
Ölülere ağlanmayacak,
ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.
Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dalların altındaki
yok olmuş olan dalların altındaki.
Yok olmuş olan dalların üstünden
o bulutlardır geçen.
Güneye götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batıya götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doğuya götürmeyin beni...
Bırakmayın beni burda,
götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
ölmek istemiyorum.
O bulutlardır geçen
yok olmuş olan dalların üstünden.
3
Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki
milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
ama keder
dilediğin kadar,
yorgunluk da göz alabildiğine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
hastalık kederi,
ayrılık kederi,
kocalmak kederinden
gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
avuçlarıyla birlikte,
boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.

 
KUVAYI MİLLİYE DESTANI
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
Birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
paşalar : «üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
Eğildi, durdu.
bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.

" Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol